27 Ekim 2009 Salı

YAZ BİTER





Yazın bittiği her yerde söylenir,

Söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine...





Ve sonra hiçbirşey olmamış gibi

Ağır,usul bir hazırlık başlar

Uykuya başlar yeni bir mevsime,

Yaz Biter..






Yazın bittiği her yerde söylenir,

Söylenmeyen şeyler kalır geriye...




Şiir : Murathan Mungan,Yaz Bitti





19 Ekim 2009 Pazartesi

EGE' DE BİR AKDENİZLİ



Deniz kasabalarının kedileri hep uyur “dedi Erhan Bey,gerinerek..Gerçekten de öyleydi..Çektiğim tüm fotoğraflarda uyuyan kedileri resmetmiştim..


Bundandır, Selimiye'yi kısaca bu cümle ile tanımlamak istedim..Uyuyan kedilerin köyü..


Eskilerin Saatli Maarif takvimlerinin her sayfasında “Şirin Beldemiz” diyerek küçük bir resimle tanıtılan,siyah beyaz minik yazıların arasında gülümseyen küçük liman şehirleri gibi bir yer Selimiye..Benim gibi Çalıkuşu Feride'nin izinde birşeylerden kaçanlar için ise Marmaris' e bir saatlik uzaklıkta oldukça romantik sayılabilecek bir durak burası..





Bir yarımadanın üzerine kurulu köyde, begonvillerin sardığı evlerin bahçelerinde tüm gün badem ayıklayan kadınlarla sohbet etmek,ev yapımı patlıcanlı gözleme yemek ve köyün merkezindeki dükkanlardan alışveriş yapmak ve tüm bu tatlı yorgunluğu Cafe de Şeri 'de naneli limonata içerek atmak.İşte benim tatilim...








Tüm bunların yanında ancak rezervasyonla gidilebilen restaurantlar,yat sahiplerini,mavi yolculuğun vip gezginlerini, hatta büyük medya kuruluşlarının patronlarını ağırlıyordu.Bu doğallıkla çelişen lüks bana hep sömürge yaptıkları Afrika ülkelerinde ,çölde kocaman bir masa kurup porselen takımlarıyla çay içen İngilizleri anımsatır.Asalet böyle bir şey midir gerçekten ?Öyleyse hiç de bana göre değil..




Eminim ki Mavi yolculuğun ilk gezginleri Bedir Rahmi,Mina Urgan ve diğerleri..Onlarda benim aradığımı aramışlardır..Doğallığın samimiyetini.İşte ben bu samimiyeti banka emeklisi Erhan bey'de ve eşinde bulmuştum.Ve kaldığımız küçük pansiyonun ev yapımı ekmeklerinde..Bahçeden henüz toplanmış biberlerinde, biraz kekik biraz da bademlerinde..



En çok da uluorta uyuyan miskin kedilerinde...




Ağustos 2008
Selimiye /Marmaris

7 Ekim 2009 Çarşamba

Marsilya Mavisi

Yaşadığım şehirde sonbahar en geç gelen mevsimdir..Ekim, eskilerin pastırma yazı diye tabir ettikleri,nemli sıcakların yerini kuru sıcaklara bıraktığı meyvaların kurutulduğu,turşuların kurulduğu,sebze meyva pazarlarında adeta bir renk çümbüşünün yaşandığı,tatilcilerin,yazlıkçıların gidişiyle birlikte şehrin sakinleşip sahillerin asıl sahiplerine kaldığı bir aydır.
Hep ayrı bir özenle beklerim bu ayı..Kendimi şımartmak istediğimden mi yoksa az önce belirttiğim nedenlerden mi bilmiyorum ama sıcak iklimlerde romantik bir sonbahar hüznünün bile doğru dürüst yaşanmadığı bu ayı çok seviyorum..



Yine böyle bir ekim ayının en güzel cumartesilerinden biriydi..Annemin günlerce uğraşarak diktiği Marsilya mavisi batik elbisemi özenle giyip her giydiğim elbisede yaptığım gibi kendi etrafımda hızla dönerek etek uçlarının havalanmasını mutlulukla izledim.Aniden durduğumda bu sefer etrafımda dönme sırası odamdaki eşyalardaydı.Ofra Haza posteri,Madonna resimleri,minik süs eşyaları,kitaplarım gözüm gibi baktığım müzik setim..İşte dünyam sadece bu kadardı..
kendime ait bir odadan ibaret.

İkindi güneşinin yarı aralanmış panjurlardan evimizin içine girdiği başkaları için sıradan ama benim için büyüleyici bu ışık hüzmesinin içinde en yakın arkadaşım tam karşımda oturuyor , vuran ışıkla birlikte gözleri eladan yeşile dönüyordu.Tüm hafta okulda yan yana oturmamıza sürekli konuşmamıza rağmen birbirimize hiç doyamazdık ki..Hep anlatacak bir şeylerimiz olurdu...Öğretmenlerimiz sürekli konuşmamıza dayanamaz ayrı ayrı sıralara oturtur,
küçük notlarla yine de haberleşirdik.Şimdi kuzguni siyah saçlı,ela gözlü canım arkadaşım yanımdaydı.Her zaman olduğu gibi..

Birden ayağa kalktı bana elini uzatarak hadi dedi senin şarkın çalıyor,senin günün bugün oturacak mısın daha..O İlk ezberlediğim şarkıyı Marsilya mavisi elbisemin içinde kendimi 1960'ların güzel kızlarından biri gibi hissederek ve Geleceğe Dönüş filmine öykünerek birlikte söyledik,
you've lost that lovin' feeling,whoa, that lovin' feeling,you've lost that lovin' feeling,now it's gone...gone...gone...

O büyüleyici ışık hüzmesi halen benim üzerimdeydi sanırım ,özenle hazırlanmış masanın üzerindeki biri kalp şeklindeki meyvalı , diğeri çikolatalı olan pastaların üzerindeki mumları birlikte üfledik.La İsla Bonita şarkısı eşliğinde.Ellerimizi sıkıca tutarak,birlikte büyümeyi,aynı okullara gitmeyi dileyerek..Dans ettik,güldük,konuştuk..

Hatırlamak böyle bir şey değil midir..Bir zaman karşılaştığınız kişiler,olaylar,mekanlar ve ona eşlik eden şarkılar ölümsüz izler bırakır..Sonra bir yerde o melodiyi duyarsınız küçücük bir şey sizi alır o günlere götürür ,bir renk çağrışım yapar,ışık hüzmelerini tanırsınız...Ve ' Ben de yaşadım' dersiniz.

Ben o günü hiç unutmadım.Marsilya mavisi ile tanıştığım,ingilizce bir şarkıyı ilk defa ezbere söylediğim,gecikmiş yaz ikindilerinin bir başka yaşandığı,Annelerimizin gülümseyerek bizi izlediği,herşeyden önemlisi en yakın arkadaşımın onu soğuk gri bir lojman griliğine * götürüp benden uzaklaştırdığı zamana kadar hep yanımda olduğu günlerimi..

Ve o masumiyeti...Unutamadım..





* Ankara'da olabilme ihtimali...

07/10/2009

Antalya